15 Haziran 2014 Pazar

Sis ve Gece


Ahmet Ümit’in 1996’da yayınlanan eseri Sis ve Gece, yazarın ilk polisiye romanı. Bi’ nevi Ahmet Ümit’in kendine çizdiği yoldaki ilk ve en büyük adımı diyebiliriz. Dolayısıyla eğer hiç Ahmet Ümit okumamış biriyseniz bu kitapla başlamak en uygun başlangıç halidir. Daha sonra da polisiye romanlarının yayınlanma sıralarına göre gidildiğinde Ahmet Ümit’teki ve eserlerindeki gelişme çok açık bi şekilde görebilir. Gelelim Sis ve Gece’ye...

Sis ve Gece Türkiye’de polisiyenin gelişmesi yayılması ve okunması açısından önemi olan bir kitaptır. Ayrıca yabancı dile çevrilen ilk Türk polisiye romanı olması da bir diğer önemli özelliğidir. Dili sade olmakla birlikte, edebi bir kullanıma da yaklaşıyor. Ahmet Ümit’in dili edebi kullanma açısından henüz tam olgunlaşmadığı eserlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Yalnız kurgusu yazarın ilk polisiye romanı olması açısından gayet başarılı bir kurgu. Kurgunun yanısıra hikayenin içeriği ve konusu da ilgi çekicilik unsurunu sonuna kadar barındırıyorlar. Kitabın 2007 yılında filme uyarlanmış olması da kurgusunun ne kadar sağlam olduğunu gösteriyor zaten.

İçeriğe gelince, Milli İstihbarat Teşkilatı görevlisi Sedat ve aniden kaybolan Mine adlı karakterlerin yasak aşkı üzerinden kuruluyor romanın hikayesi. Eser genel olarak başkahraman Sedat, MİT ve Mine çevresinde sakin bir tonda ilerliyor. Sis ve Gece ismiyleuyumlu olarak olayların üzerindeki sis perdesi yavaş yavaş kalkıyor kitapta. Zatenuzun bir kitap değil Sis ve Gece içerikten daha fazla bahsetmemek lazım.

Sonuç olarak, Ahmet Ümit’e ve Türk polisiyesine başlamak için en uygun kitaptır Sis ve Gece.

En sevdiğim kısım 153. sayfasından :

Yağmurdan iki damla, kulaklarında küpe:
saçlarında sarhoş ikindi esintileri:
aysız gecelerin dantelleriyle örülü kirpikler:
dudaklarında pembe kanatlı bir kelebek:
tenin sabah güneşinde buğday rengi:
gözlerinde kıvranan derin siyahi istek...
Biraz eğ başını, hafifçe gülümse, oldu.
Işık uygun, harika bir fotoğraf olacak bu;
bir de fonda şu cüzamlı yeryüzü olmasa!
Ah, kurumuş deniz toprağındaki gümrah baca!
Ah, aç yolcuları taşıyan ekmekten tekne
yine de seviyorum seni sakın kıpırdama!


1 Haziran 2014 Pazar

Kızıl Nehirler



Fransız yazar Jean Cristophe Grange polisiye gerilimin dünyaca en çok tanınan isimlerinden birisi. Kızıl nehirler yazarın 2. kitabı ve ünlenmesinde en büyük rolü oynayan kitaplarından birisi.

Polisiye türünün genelde best-seller kategorilerinde kendisine yer bulduğunu ve edebi değerinin düştüğünü göz önüne alırsak Grange'ın bu durumun öncesinde değerlendirebiliriz. Hatta türün bu kadar ünlü olması ve herkesin eline düşmesi, belirli bir okuyucu kitlesinin belirlenememesi açısından etkisinin olduğunu bile söyleyebiliriz.
Gelelim Kızıl Nehirler'e. Kızıl Nehirler yazarın diğer kitaplarıyla karşılaştırıldığında bir çok benzerlik taşıyor olmasına rağmen akıcılık ev hikaye örgüsü açısından daha etkili bir roman.

Hikaye Fransa'nın bir üniversite kasabasındaki cinayetler etrafında şekilleniyor ve iki yönlü olarak ele alınıyor. Bu şekilde merak öğesini ve ilgi çekiciliğini güçlü tutuyor Grange. Hikayenin işlendiği karakterlerden birisi cinayetleri araştıran dedektif Pierre Niemas diğeri ise idealist polis Karim. Farklı bakış açılarından ve farklı hiyakeler üzerinden ilerleyen roman akıcılığını sonuna kadar kaybetmiyor.

Polisiye bir roman açısından kötü bir yön bulmak zor Kızıl Nehirler'de fakat edebi bir ürün olduğu göz önüne alındığında dilin kullanımı ve anlatım olanakları açısından biraz fakir bir eser olduğunu söyleyebiliriz.

Grange için ise şunu söylemeliyim ki gerçekten çok etkileyici ve kalıcı bir düzen oluşturuyor kendi tarzında. Fakat ilerleyen kitaplarında tarzının yerleşmesi ve artık okuyucuyu şaşırtma seviyesi düştüğü için bir yerden sonra üzerimdeki etkisi bitti diyebilirim.

Kitaptan ufak ufak:

Biz efendileriz, biz köleleriz.
 Biz her yerdeyiz, hem de hiçbir yerde. 
 Biz karar verenleriz.
 Kızıl Nehirlerin hakimiyiz.