11 Kasım 2012 Pazar

İzmir İzlenimleri

izmir otogarında saat 03.40tı
güneş henüz göz kırpmamıştı
yine de sıcaktı İzmir
ve hiç yaşanmamış kadar boş..

güneş doğarken gözlerimizi kapatmaktı tüm meselemiz
günün devrettiğini hissetmemeliydik.
Önümüzde uzun bi kaç gün vardı zira..
çok uzun zaman geçirecektik güneşle..



Konak'ta konaklamalıydık elbet. Ücretsiz Konak servisleri sahilde bırakıyormuş-hemen saat kulesinin karşısında- bi kahvaltı da şarttı tabi.
konak sahilinde  "çatal"ın ne olduğunu bilmeyen bir simitçiden aldığımız 2 simit iki poğaça ve sahilde dolaşan seyyar bir çaycıdan aldığımız çayla yaptık kahvaltımızı.
Dedim ya Konak'ta konaklamamız lazımdı, İzmir'in merkezi orasıymış. Bir otel bulup yerleştikten sonra gezmeye çıkacağız tabi.





Saat Kulesi sabah güneşine meydan okuyordu
Sahile vurmak isteyen dalgalar ise bir o kadar durgundu

önemli olan saatin kaçı gösterdiği değil
güneşin nasıl selamlandığıydı..
İlk sigaraya nasıl eşlik edildiği
yalnızca bizim umrumuzdaydı
ama yine de güzeldi...



Saat Kulesini sabah saatlerinde kuşlarla çevriliyken bulduk yanıbaşımızda. Özellikle gelmedik yanına, İzmir'de ilk düştüğümüz yer oldu sadece burası. 
Daha sonra kimseye bişey sormadan rastgele bi yola girdik
yol geniş olsun ki kolayca kalacak bi yer bulalım istedik. 
Yol bizi kemeraltı caddesine çıkardı sabah saat 8de henüz kapalı olan müzelerin yanıbaşından köpek hırlamalarıyla geçirip. 
Kemeraltının en boş halini gördük belki sabah sessizliğinde. 
Dükkanlar kapalı tezgahlar serilmemiş sokak parkeleri henüz tertemiz ve simitçiler yalnızlıklarıyla başbaşaydı. 
yol ortasında öylesine bir yerde durmuş etrafa bakarken gördüğümüş köhne bir otel kapısı ilişti gözlerimize. 
köhne küçük ama bana çocukluğumda yaşadığım yerleri hatırlatan küçük bir otel...
Her ne kadar ikinci sınıf olsa da ihtiyacımızı karşılayacak bi yer olduğu için ve tabii ki ucuz olduğu için yerleştik bir şekilde. 
Yerleştk derken çantalarımızı bıraktık ve kendimizi yeniden izmir sokaklarına teslim ettik







Sokaklar hem dar hem de geniş olabilirdi
Bunu biz fark etmezdik
Sahil şeridi hiç bitmezce uzanabilirdi
Yolun sonunu hiç bilmezdik

Her şehirde bazı şeyler aynı olurdu
Hatta bulvarlar caddeler bile
Oysa her ressam farklı resmederdi
Güzellik imgelerini sevdiğinin
Öyle ki benzeri olmayan 
Başkasını bilmediğimiz duraklarımız oldu İzmir'de.





ilk durağımız herkesin bir şekilde duyduğu ve geçmişin en ünlü etkinlik mekanlarından olan İzmir Fuarı oldu. 
Lakin fuar boştu daha doğrusu bi kaç gün erken gelmiştik fuar alanına. 
Palmiyelerin arasında yürüyüp İzmirin fuara hazırlanışını izledik biraz
içimde büyük bir ukte olarak kaldı İzmir fuarı.




İçimde bir uktedir izmir artık
Belki de anlayamadığım için
Geçmişin bayram neşesini
palmiyelerin sıralanış düzenini
yahut
yeni alınan arabaların ilk heyecanını
tadamadığım içindir belki






İzmir büyük bir şehirdi kuşkusuz lakin bir tepeden bakıldığında ne kadar küçüleceğini tahmin etmek zor değildi. 
Bir tarihi asansör varmış İzmir'de kulağa biraz garip geliyordu tabi en başta.
Biraz karışık yollardan da olsa sonunda Tarihi asansörün olduğu  dar Dario Moreno Sokağını bulduk. 
sokağın sonunda asansöre bindik ama asansör gayet gelişmiş son dönemlerde yapılmış bir asansör olunca garibime gitmedi değil
Ama yukarı çıkarken karşımıza çıkarılan eski izmir fotoğrafları ve asansörün tepesinden İzmire bakışın sunulduğu eski tabloyu görünce neden tarihi olduğunu anladım.
Tepeden asansör kafeden İzmire bakmak maviyle buluşmasını izlemek gerçekten etkileyici.  
İzmir arkeoloji ve Etnografya müzeleriydi bir sonraki durağımız ki cidden görülmeye değer parçalar içeriyorlar-müzekart marifetiyle-.





İskeleler arasında uzanan
Cam kırıklarıyla dolu
Rüzgarlı bir yoldu kordon.
Şeritteki insan kalabalıkları
mütemadiyen sarhoştu..

Dalga sesleriyle çoğalan
Bir kaç güfteyle yükseliyordu gece
İzmir kıyıya dizilmiş
İnci bir kolye gibiydi
yaşamak için bulunmaz
Rüzgarlı bir şehirdi..




Ünlü İzmir kumrusunu bulamasak da İzmirde bir kumru yedik en azından daha sonra kordon boyundan Alsancak'a doğru açıldık. 
Atatürk heykelleri yoldaşımız rüzgarsa adeta düşmanımız olmuştu
Ünlü kordon şeridinin anlatıldığı kadar olduğunu söylemeliyim. 
Alsancak'a vardığımızda etrafımızda genelde barlar vardı Barlar sokağında bir köşeye oturduk bir kaç saat. 
Havasını soluduk Alsancak'ın İzmirin kızları güzel olur klişesine en çok burda inanasım geldi. 
Kıbrıs şehitleri caddesinde Waffle'cı Akın'da yediğimiz waffleın tadı hala damağımda. 
Alavarada yediğimiz makarna da izmire bir daha gidersem tekrar deneyeceğim şeyler listesinde artık. 
Kordon ve Alsancak gezilerimizde yanımızda olup rehberlik yapan Umut Furkan Türkmen'e de teşekkürlerimi sunuyorum burdan..






Geceleri yatağıma ilişirdi rüzgarları
İçerime içerime sokulurdu İzmir
bir o kadar da hırçındı
kaldırımlarında asi bir yükseklik 
yollarında yüksek bir asilik vardı
trafik ışıkları herkes için kısaydı
Kırmızıyla yeşil değildi mesele
kırmızıdan bir saniye öncesi
yahut
yeşilden bir saniye sonrasıydı asıl mesele..



İzmir yüksek bir kaledir bazen de
üç yöne sallanır burçları


Arkasında dalgalandıkça büyüyen bir bayrak
Manisaya selam verir yükseklerden
Bergamayı diz çöktürür önünde
Ve sonsuz maviye kanatlanan bi martı gibi
vapurları küçük görür 
insanların farkı yoktur aslında
yerdeki karıncalardan..



izmirde yeni bir sabah olmuştu. kepenkler kalkmıştı dükkanlar açılmış sesler yükselmişti. Kadifekale bizi bekliyordu. 
kime sorsak otobüs duraklarını gösterdi dolmuş güzergahını tarif etti.
 dik yokuşlardan dar sokaklardan yukarıya doğru tırmandık yine de. 
Önce bir seyir parkından baktık izmire en yukardan. daha yukarda kalede daha güzel olduğunu fark etmemek elde değildi
Kadifekale izmiri kontrol eden bir komutan gibi en yüksekten bakıyordu sahilde dizilmiş beton yığınlarının maviyle buluşmasına. 
kalenin iç ısmındaki sarnıç turistik gezilere kilitlenmiş olsa da 
burçlardan izmiri seyretmenin tadı da ayrı bir güzeldi. 
Kaleden izmire doğru yuvarlanmak oraya çıkmaktan çok daha kolay oldu tabi ki. 
agora antik kentine indiğimizde izmirde kimsenin
bilmediği-ya da önemsemediği- antik kentin ne kdar değerli bir turistik alan olabileceğini geçirdik içimizden. 
İçerisindeki çalışmalar dolyısıyla için girmemek de ayrı bir sıkıntı yarattı tabii.

Daha sonra kemeraltının dar kalabalık sokaklarına daldık bir kıyısından. 
çeşitli şeylerin çok ucuza satıldığı bir halk pazarı havasında kemeraltı hergün.  
Dibek kahvecilerinin yanından geçerken
burnumuza çalışnan koku hoş bir etki yarattı. 
Buzlu ve damla sakızlı kahve karışımı da gerçekten orjinal bir yaratı denenmeli. 




zamansız bir vapur ayaklanır iskeleden
karşıyakada bekleyeni varmış gibi
titreyerek süzülür körfez sularında
heyecanını artıran dalgalarla
dost olamamıştır hiçbir zaman

mütemadiyen inişli çıkışlıdır
aşk hayatı izmirin
ve sönmez deniz fenerleri kattiyyen.

Dillerde naralar yükselir hep aynı notalardan
herkes bilir ki asidir bu şehir
izmirin dağlarında çiçekler açar
deyip de şahlanır karşıyaka

inci bir kolye gibi 
özenle dizilmiş izmirin evleri
Attilanın dediği gibiydi tıpkı sahil şeridi 
vakit gün batımını göserdiğinde
her an beynimin içini kapladığı gibi
-ışıklı bir tespih karşıyakaydı-


vakit öğleden sonrayı gösterdiğinde pasaport iskelesinden bir vapurla karşıyakaya doğru sallanmaya başladık. 
Deniz yolculuğu keyifli ama uzun mu kısa mı olduğu anlaşılmayacak kadar göz boyayan bir yolculuktu. 
karşıyakaya indiğimizde iskelenin arka tarafından başlayan kalabalık cadde bize kadıköy modayı hatırlattı ilk olarak. 
İçerisine girdiğimizde karşı taraftan daha pahalı olduğunu ve
insanların burda birz daha sakin olduğunu görünce bu tespitin doğruluğuna inanmış olduk. 
Latife hanım anı evinin kapanış saatinden sonra gittiğimiz için gezme şanşımız olmadı. Cadde üzerinde 
gördüğümüz Hosta'da yemek yedikten sonra başladık sahil boyu bostanlıya doğru yürümeye. 
Uzak bir mesafe olduğunun farkındaydık ama yürümeden nerden bilecektik ki.
Yol üzerinde Karşıyaka belediyesi insan hakları ödülü tabloları insan hakları anıtı ve izmir ve karşıyaka  belediye başkanları maskları görülmeye değer. 
Daha sonra karşıyakada güneşin batışına şahit olduktan sonra 
havanın kararmaya başlamasıyla birlikte bostanlı iskelesine varmıştık. 
iskelenin biraz ilerisinden 10 yıl marşı izmir marşları ve benzeri milliyetçi duyguları barındıran sesler geliyordu. 
İzmir halkı -daha doğrusu karşıyaka halkı- ciddi bir kalabalıkla toplanmış herkesin elinde türk bayraklarıyla kırmızı ve beyaza ay ve yıldıza bürünmüş 
bir meydan da 30 ağustos zafer bayramı kutluyordu ancak tarih 29 ağustostu. 

karşıyaka hakkında bir de şunu söylemeliyim ki İzmirden kendilerini keskin bir çizgiyle ayırıyor karşıyaka halkı. 
plakalarının 35.5 olduğunu ve karşıyakanın ayrı bi yer olduğunu düşünüyorlar
bunu her ifadelerinde de kullanıyorlar-karşıyaka cumhuriyeti ifadesine bile şahit oldum- yani kısacası nerelisin sorusuna cevapları izmir değil karşıyaka oluyor. 
bu yönlerini sevmedim diyemem. Karşıyaka göztepe arasındaki çekişmede bundan sonra karşıyakanın arkasındayım.

ve bir gece vapurlarıyla karşıyakadan koparıldık tekrar. 
Konak iskelesine kadar geçen yolda balıklar ve martılar yoldaşımız oldu vakit hızlı geçti izmirin kıyıya serpilmiş inci gibi ışıklarını izlerken..
  





vedalaşmaları hiç sevemedim ben
bu yüzden sessiz oldu belki
ayrılışım izmirden
yahut çok uzaklaşmadığımdan
çıkarmadım hiç sesimi...

izmiri sevdim 2 günde de olsa
yalnız izmir sevdi mi beni bilemedim
pek sürtüşmedik aslında
öyle yanlış sözlerim de olmadı fazla
ama illa ki vardır bir kaç kusurum
onlar da affola...


Niyazi Karabulut




8 Kasım 2012 Perşembe

Eylül

sen eylülü sever misin
ya da hiç sevdin mi?
ben severim de biraz eylülü

çünkü
her sevdanın doğum günüdür eylül
bir araya getirir hepimizi
büyüdükçe kalabalıklaşır içimizdeki sevgiler
kaybolmamış umutları hatırlarız..

sen eylülü sever misin?
bilesin
eylül seni sever de biraz..

zira
ilk yaprağın düşüşüdür eylül
bir bir dağılır hasretler
artık daha yakındır bize
çok uzak bildiğimiz gurbetler..
bir mevsim dönümü değil
bir hasret bitimidir
bir vuslat biçimidir eylül

sen eylülü seversin değil mi?
ben seviyorum çünkü
biliyorsun

lakin 
biraz kıskançtır eylül
güneşten bile sakınır beni
her gün daha erken batar güneş
her sabah daha geç doğar
ellerimden alıp çiçekleri
ıslatır beni her fırsatta
kimsesiz bir tren garında
yahut bi gemici barında bulurum kendimi

sen eylülü sevmiyor musun yoksa
bilakis sevmeliydin oysa

kuşlar neden göç edecek yoksa
neden terk edecekler 
neden başbaşa bırakacaklar bizi
nasıl ıslatacak yağmur 
ağaçlara bağladığımız dileklerimizi
nasıl temizleneceğiz
nasıl uyuyup nasıl uyanacağız aynı günlere
ve en önemlisi
sen sevmezsen eylülü
nasıl sevişeceğiz.

sen eylülü seviyorsun.
ne bileyim seviyorsun işte..

Niyazi Karabulut

6 Kasım 2012 Salı

11. zaman belirten ifade



bekleyişimin ilk günü bugün.

ne kadar sürecek bilmiyorum.

pencereye yağmur damlaları düşüyor.

——————————————————

Kayboluşunun ikinci gecesi bu gece

daha önce hiç bu kadar soğuk olmamıştı sanki

iklimler mi değişti nedir

güneş mi vazgeçti bana görünmekten

yoksa ben mi alıştım karanlığa.

nerdeyim ben.

Ne vakit düşünsen nerede olduğumu

tekrar kayboluyorum

sokak lambalarına adres soruyorum

onlar bile adını sayıklıyor.

—————————————————

arkanı dönüşünün üçüncü haftası bugün

sanki her gün tekrar dönüp gidiyormuşsun gibi

geride bıraktığın son sahneyi yaşıyorum

viski kadehlerinin üstünde büyüyüp büyüyüp küçülüyorsun

asılsız geri dönüşler canlanıyor bazen

bir diken batırıyorum yüreğime

hayal kurmak yasak.

—————————————————-

kopuşunun dördüncü tekrarı bugün

takvimlerin kaçı gösterdiği bile önemsiz

mevsimsiz çiçekler gibi dikenlerin arasına düşmüşüm

dört bir yanımda umutsuz bulutlar

yağmuru bana bırakacaklar, rüzgarı bana..

bu köhne yalnızlıkta kurban edilmeden tanrıya

elimden tutmanı bekliyorum

bile bile gelmeyeceğini..

—————————————————-

bitişinin beşinci mevsimi bugün

kaç kez döküldü yapraklar sayamadım

düşlerimde bile tutarsızsın artık

ben her gece sabaha kadar seni seviyorum

sen bir gece varsın iki gece yok

çehrende toplanan ışıkları dağıtıyorsun sokaklara

tütün sarıyorum yalnızlıklara.

———————————————————-

cinayetinin altıncı soruşturması bugün

tek bir tanık bile yok

yine delil yetersizliğinden tutuksuzsun

lakin ben tutukluyum ilelebet

ciğerimin yetersizliğinden alınmışım.

——————————————————

yok oluşunun yedinci çağı bugün

mevsimler hep güze döndü

baharsız yaşamaya alıştım

gördüğüm tüm silüetler sana dönüştü

kim gelse karşıdan sensin sanki

kim seslense herhangi birine

bana sesleniyorsun gibi

kime bakarsam bakayım

o sen oluyorsun bugün.

——————————————————-

parçalanışının sekizinci ay dönümü bgün

hala toplayamadım parçalarını

parmak uçlarıma dökülmüş aşk kırıntılarından

yansıyan yüzüme bakıyorum.

kırık dökük bir sevi doğuyor aniden

doğup doğup yeniden ölüyor.

————————————————-

ölümünün dokuzuncu yılı bugün

hala seni seviyorum

yarın on olacak

yine seveceğim seni.

lakin bugün yeniden doğdun

nasıl ve neden bilemedim.

canlıyken hiç çekilmiyorsun.

sigaramın dumanında sen varsın

sen varsın nefesimin buğusunda

şarabın kokusunda bile

kahırların en uzununda sen varsın

sen varsın efkarların en soğuğunda

özlemlerin koynunda bile

———————————————————

bugün ölümsüzlüğünün onuncu yıldönümü

yine resimlerine bakarak geçiriyorum zamanı

nasıl hala kalbimdesin

bilemedim.

sana son bir kelime bile söylemedim

ama ciğerimin birinin sende bıraktım

bir gün

ama bir gün geri geleceğim

ciğer yetmezliğinden yakınacağım

—————————————————

gidişinin bilmem kaçıncı asrı bugün

üstünden yüzyıllar geçti

seller fırtınalar depremler savruldu beynimde

lakin ne senden geçtim

ne seni düşünmekten.

http://www.youtube.com/watch?v=NoHxaH4UoPI&feature=related

29 Ekim 2012 Pazartesi

Gözlerim Sana Rüzgar Diyordu

Gözlerim sana rüzgar diyordu.
Mahzun sabahlarda yorgun
Ve en iç çekişli şafaklarda durgun...
Uğultuyla dolduruyordun soluklarımı.
Her yalnızlığımda, 
Kalabalığımdı ellerinin çığlığı.
Aşkın sessizliğimin yankısıydı!

Masal timsali bi aşkın
Cam kırığı öpüşmelerinde,
Aynada yüzün parça parça...
Dudakların,
Kopmuş yaprağı gibi bi gülün...

Gölgelerin dolardı gözlerime
Utangaç kızıllarda kapalı,
Ve esmer çığlıklar atardı!
Titrerdi gökyüzü,
Titrerdi mavi aşkın!
Şiirler sokardım
Göğsünden içeri.
Dökülürdü serseri yıldızlar!

Sana şiirim derdi kalemim!
Ne zaman görse seni,
Dökülürdü sayfalara.
Kanlı mürekkep gibi 
Yahut suskun mahşer gibi !
Kapalı gökyüzünde bir yıldız
Gözlerine yağmur yağardı!
Yağmur gözlerin,
Bir bir damlardı.
Sana güzelim derdi kalemim !
Çünkü sen
Onun yazdığı en güzel şeydin!

Kibrit alevi tutuşurdu,
Bir cigara yanardı ıssızca.
Alev saçların,
Cayır cayır yanardı;
Benim ciğerim yanardı.
Aklım bir türlü almazdı;
Soğuk bir alev,
Seni nasıl almıştı?
Sana alevim derdi kalemim.
Çünkü sen,
Yüreğimi yakan mavi bir alevdin!


                              NİYAZİ KARABULUT

16 Eylül 2012 Pazar

İmge

göz ucuyla bir şehre bakardınız
kumdan kalelerle yaptığımız
yıkık dökük bir şehirdi baktığınız..

mehtabın sayısız yıldızı altında
bana bakardınız
ve bir yıldız yağmurunda
sabahı tutardınız.
elleriniz nasır nasır...
daima ağlamaktaydı sızılarınız.

meçhul mevsimlerin
bilinmez sabahlarında
şehvetle uyanırdınız
beni önce güneşten
sonra yağmurdan alırdınız!
dinden imandan çıkardım..

mevsimsiz aşkların koynunda
beni rehin alırdınız..

papatyaların koynunda
lirik bir eda ile uzanırdınız
sizi üzmezdi bensiz yalanlar.
kumdan kalelerle şehirler kurardık
siz
göz ucuyla bakardınız!..

kararsız bir yağmur dışarıda sizi beklerdi
yağamamaktaydı!
ve siz beni beklerdiniz.
yağmur kimin umrundaydı?

yağmursuz bir buluşmada
bir şarkı mırıldanırdınız
sesiniz yüreğime dolardı
damarlarımda akardınız
damarlarımdan çalardım sizi
ve artık sen olurdunuz

müsterih sevişmelerde
şafakla buluşurduk
sıradışı gülüşlerinde
seni bulurduk


hani
ruhuma dokunan gözlerinde
hani dudaklarımız buluşurdu
sen özleminde
sanki
sorgusuz bir hayatın
devrik bir cümlesiydik

yıpranmış sayfalarda
dipdiri bir şiirdik
ve sen o şiirin
en güzel imgesiydin

12 Temmuz 2012 Perşembe

Günah

Eğer günahsa sevmek
Günahkarım bugün
Çünkü elimde değil Allahım
Seviyorum


Solgun bir sokak
Yahut suskun bir düğün
Umurumda değil bugün
Seviyorum


Ellerimde bir avuç umut
Ne bir dolu hüzün
Ne soğuk bir ölüm umurumda
Bir tutam toprağa sığınıp
Seviyorum bugün..


Umarsızım işte..
Maziye dolan
Sonbaharımsı bir yaprak gibi
Savrulup savrulup duruyorum
Mevsimsiz bir yağmura tutuldum
Kalbime söz geçiremiyorum
Elimde değil tanrım
Seviyorum bugün.


Kar taneleriyle dolu bir gecede
Ne Ankara umrumda
Ne de sevişmek dolu Istanbul
Gönlüme ateş düşmüş
Yanıyorum!!
Sigaramın her nefesinde
'O'nu da içime çekiyorum
Çünkü seviyorum


Bir ağacın rüzgara
Bir martının yağmura direnmesi gibi
Sımsıkı tutuyorum ellerini
Rüyalarım hep çift kişilik artık
Nasıl uyurum yoksa
Seviyorum..


Hani omuzlarına dökülüyor ya saçları
Bitmez tükenmez sevdalarla
Açılıyorum mavi denizlere
Her gün yeni bir sevgi aşılıyorum
Sonsuza uzanan sapsarı başaklara
Günahsa bile
Seviyorum Allahım..


Hani inceliyor ya sesi ansızın
Binlerce çiçeği koklayan
Bir kelebeğe tapınıyorum
Sırılsıklam ıslanırcasına
Değişen mevsimlere sarılıyorum


Affet tanrım
Çok çekilmezim bugün
Ve ağzımı açamayacak kadar çaresiz
Elimde bir avuç umut
Kucağımda bir sürü korku
Ne umutsuzluk umrumda bugün
Ne de mutsuzluk
Elimde değil seviyorum..


Niyazi Karabulut

7 Haziran 2012 Perşembe

Muhtaç

Sen yağmur gibisin.
Çoğaldıkça daha serin.
Bense kurak bir toprağım
Her çanağı suya muhtaç.

Niyazi Karabulut